Kategori : / GEÇERKEN UĞRAYAN YAZARLAR | Okunma Sayısı: 7679 |
Sabah rüzgârıyla sağa sola savrulan kuru yaprakların üzerine basarak dükkâna kadar geldi. Sonbaharın belki de en keyifli yanı yapraklara basınca çıkan o hışırtıyı duymaktı.
Camında büyük harflerle “Kadın Terzisi Osman Efendi” yazan bu dükkân, bir yanında büyük alışveriş merkezi ile diğer yanındaki lüks lokantanın arasında âdetâ küçük bir nokta gibi kalıyordu. Terzi Osman Efendi isteseydi dükkânın yerine koca bir apartman diktirebilirdi. Ya da daha bakımlı, modern bir dükkân yapabilirdi. Karısı Nuriye Hanım çok söylemişti büyük bir dükkân yaptırmasını, ama o, hayatının geri kalanını hâlâ hâtıralarının yaşadığı bu mekânda geçirmek istiyordu.
Hışırdayan yaprakların ve şıkırdayan anahtarın sesi Hamza'nın “Bismillah” sesine karıştı. Her gün ustasından önce gelir, dükkânı açar, ortalığı toplar o gün kesilecek kumaşları, önceki günden kesilip dikilecek etekleri, gömlekleri, elbiseleri ayrı ayrı düzenlerdi. Üzerine düşen bütün işleri halleder, ustası gelince de bir dediğini iki etmezdi. Küçük yaşta babasını kaybetmişti. Bu yüzden ustasına “Osman Baba” der, ona babasıymış gibi hizmet ederdi.
Bu küçük dükkân, dışındaki dünya ile içindeki dünya arasında sanki bir zaman makinesi gibi işliyordu. Eşikten içeriye girenler âdetâ geçmişe doğru küçük bir yolculuk yaparlardı. Atılan ilk adımla beraber gıcırdamaya başlayan ahşap döşeme, beş tane eski koltukla, bunların arasında duran eski model bir sehpayı üzerinde taşıyordu. Sehpalarda yıllar öncesinden kalan, sayfaları çevrile çevrile yıpranmış beş altı tane moda dergisi duruyordu. Kapının karşısında kumaş toplarını indirdikleri küçük bir tezgâh, arkasında duvar boyunca uzanan raflar, raflarda ince kalın, açık koyu, desenli desensiz kumaş topları vardı.
Boş kalan duvarda siyah bir çerçeve içinde Osman Efendi’nin babasının resmi asılıydı. Beyaz, düzgün taranmış saçları, kısa sakalı ve hüzünlü görünen kahverengi gözleri ile resime bakanla sanki konuşacakmış gibi duruyordu. Bazen ustasını resmin karşısında bir sandalyeye oturmuş, uzun uzun ona bakarken bulurdu. Arada bir çocuklar gibi hıçkırıklarla ağladığına da şahit olmuştu.
Ustası elli beş yaşlarında orta boylu, kır saçlı, tombul yanaklı, sevimli bir adamdı. İnce sesli, mülâyim, merhametli birisiydi. Müşteriler kadın oldukları için her şeyi en ince teferruatına kadar sorar, kıyafetlerde ille de bir kusur bulur, beğenmedikleri yerleri söktürüp yeniden diktirirlerdi. Ustası bunlara hiç sinirlenmez, arkalarından kızmaz:
“Ben yanlış anlamışımdır efendim” deyip yeniden yeniden dikerdi. Oysa her seferinde fikir değiştiren kadınlar kararsızlıklarıyla pekâlâ bir terziyi kolaylıkla çileden çıkarabilirlerdi. Diktiklerini beğenmeyen kadınlara neden sinirlenmediğini sorunca da:
“Evladım kalp kırmaya ne lüzum var, yeniden dikiveririz ” derdi.
Girişteki odadan sonra arka tarafta küçük bir oda daha vardı. Hamza burada çalışıyordu. Yine gıcırdayan, cilasız, ahşap döşeme üzerinde iki dikiş makinesi, bir ütü masası, eski usul ağırca bir ütü, duvarda askılarda asılı yarısı dikilmiş yarısı teğellenmiş renk renk kıyafetler vardı. Hamza daha ziyâde odasında durur, müşterilerin olduğu odaya pek gitmezdi. Arada bir kapı aralığından bakar, teğel alırken ya da ütü yaparken konuşulanlara kulak kabartırdı. Lüks dükkânları olan terziler dururken itibarlı, zengin kadınların evvel zamandan kalma bu eski, küçük dükkânı doldurmalarına bir türlü anlam veremezdi.
Ustası küçük yaşından beri öğrendiği bu mesleğin erbabıydı. Gelenleri memnun edene kadar uğraşır, didinirdi.
“Kadınlar hassastırlar, onlara kıyafet dikerken dikkat etmeli, tüm maharetini göstermeli insan.” derdi. Babasından terziliğin yanında asıl insan olmayı öğrendiğinden bahseder, kulağına küpe ettiği şu sözlerini, konuşurken sık sık tekrar ederdi.
“Ne yaparsan yap; ama şu kapıdan kalbi kırılmış bir insan gönderme.”
Birkaç gün önce gelen müşterilerden birisi, daha önce gittiği terziyi anlattı. Diktirdiği gömleğin kollarını beğenmemiş ve sökülmesini istemiş. Terzisi bağırıp çağırıp sökemeyeceğini söylemiş ve gömleğini eline tutuşturuvermiş. Bu kişi kocaman, lüks dükkânı olan terzilerden birisiydi. Demek itibar dükkâna ve yeni eşyalara değil, terzinin ahlakınaydı diye düşündü Hamza. O zaman anladı zengin kadınların neden bu eski dükkânı doldurduklarını.
Hamza, çoğu zaman kapısını kapatır, dikiş makinesinin tıkırtıları arasında yalnız zaman geçirirdi. Odanın diğer binaların arka tarafına bakan küçük bir penceresi vardı. Pencereden bakınca küçük bir kiraz ağacı görüünyordu. On yıldır orada çalışmasına rağmen bu ağacın serpilip büyüdüğüne şahit olmamıştı. Ne büyüyor ne de doğru dürüst meyve veriyordu. Her yıl onbeş yirmi çiçek açar, ancak beş on kirazı olurdu. Tıpkı hasta bir çocuk gibiydi. Küçüklüğünden, zarifliğinden onu daha ziyade sevimli bir kız çocuğuna benzetir bu yüzden de adını “Kiraz Kız” koymuştu.
Nasıl dal verip büyüyecekti ki Kiraz Kız? Etrafını çevreleyen büyük binalardan dolayı çok az güneş görüyordu. Toprağı sertti ve Hamza'dan başka su vereni de yoktu.
Hamza odaya girer girmez hemen pencereyi açar, ona şöyle bir bakar sonra da kısık bir sesle konuşurdu:
“Kiraz Kız, ikimizin kaderi birbirine ne kadar da benziyor değil mi? Bu rada kimseleri görmeden akşamı ediyoruz.”
İnsan kendisini yalnız hissetmeyegörsün, değil bir ağaçla, bir kayayla bile böyle konuşabilirdi. Çok yorulduğu günlerde pemcerenin kenarındaki koltuğa kendini yavaşça bırakırdı. Sürahiden bir bardak su doldurur, suyu avuçlarına döküp bu küçük ağacın yapraklarına serperdi.
Ustası birkaç gündür yüksek mevkiden bir hanıma beyaz ipekli kumaştan diktiği gömlekle uğraşıyordu. Eşi Nuriye Hanım: “Osman Efendi, aman çok dikkatli ol, bu hanıma karşı mahcup olmayalım.” diyerek iyice tembih etmişti. Nuriye Hanım Hamza'yı da ikaz etmeyi unutmadı.
Birkaç gün sonra ustasının büyük ihtimam gösterdiği beyaz ipekli gömlek dikilmişti. Sadece ütüsü kalmıştı. Gömleğin alınacağı gün Hamza uyuyakalmış, gecikmişti. Geldiğinde ustası dükkânı çoktan açmış, gelen müşterilerle ilgileniyordu. Hamza mahcup bir halde aceleyle odasına geçti, duvarda asılı duran beyaz ipek gömleği ütü masasına koydu, telaşla ütülemeye başladı. Gayri ihtiyârî pencereye doğru gözlerini kaldırdı. Yanlış mı gördüm acaba diye düşünüp, pencerenin yanına gitti, bakındı. Kiraz Kız yoktu. Canı bedeninden çekilir gibi oldu, elleri buz kesti. Dolan gözlerini koluyla sildi. Nasıl oldu, neden oldu diye düşünürken bir yanık kokusunun odaya yayıldığını fark etti. Neden sonra hatırladı ütüyü gömleğin üzerinde unuttuğunu. Ütüyü hemen kaldırdı ama gömlekte kocaman bir delik açılmıştı.
Kiraz Kız’ın gitmesine mi üzülecekti yoksa delinen gömleğe mi? Ustası kapıdan başını uzattı: “Gömleğin ütüsü bitti mi Hamza?” diye sordu. Hamza cevap vermeden önce kiraz ağacını sordu. Osman Efendi de odaya ışığın girmesini engellediği için Nuriye Hanımın kestirdiğini söyledi. Ne bilsinlerdi Hamza'nın onu küçük bir kız çocuğu gibi bakıp büyüttüğünü…
Ustanın arkasından karısı içeri girdi. Ütü masasındaki gömleği görünce:
“Ben dikkat edin dememiş miydim?” diye bir çığlık kopardı. Odadan çıkarken de:
“Bir daha bu dükkâna gelme, kendine başka bir usta bul.” demeyi de ihmal etmedi. Ustasının yüzüne baktı, ağlamaklıydı. “Hamza gitme kal.” diyemedi Osman Efendi, sadece başını sessizce önüne eğdi.
Zaten Kiraz Kız da gitmişti. Kime su verecek, kimin çiçeklerini sayıp, meyvelerini bekleyecekti ki? Ceketini eline aldı, ustasının elini öptü: “Osman Baba üzerimde hakkın çoktur, helal et.” dedi. Cebinden dükkânın anahtarını çıkarıp ütü masasının üstüne bıraktı ve çıktı.
Terzi dükkânı açıldığından o güne kadar belki de kalbi kırık olarak kapıdan çıkan ilk kişi Hamza olmuştu.
Yazar: Zuhal Gedik |
24-02-12 |
||
E mail: zuhalgedik@dogrulus.com Yazar Hakkında Bilgi ve Diğer Yazıları |
Tweet | ||
nurcan katipoglu | |||
harika |
Tarih : 21-10-14 | ||
Çok etkileyici güzel bir hikaye tebrik ediyorum |
|||
sibel şimşek | |||
etkileyici |
Tarih : 28-05-12 | ||
farkında olmadığımız nice duyguları hiçe saydık şimdiye kadar kimbilir |
|||
nuriye | |||
güzel hikayelerinin takipçilerinden |
Tarih : 19-04-12 | ||
Uzun zamandır vaktim olmamıştı bu siteye girip senin hikayelrini okumaya. Mailimde sitenin adresini görünce hemen girdim ve doğru senin sayfana geldim. >Yine beni çok etkiledin, merak ettirdin sonu nasıl bitecrk diye ve yine bir duyguyu bu derece duru ve akıcı ve yalın bir şekilde ne güzel anlatışını gösterdin. Tebrik ederim arkadaşım. Güzel yazılarının devamını dilerim |
|||
osmkan yıldız. | |||
hikayeleriniz çok güzel. |
Tarih : 31-03-12 | ||
KALPLERİN SAHİBİ RABBİMİZDİR.KALPLERİ KIRMAK MEVLAYI ÜZMEKTİR ÇÜNKÜ ONUN YARATICI MEVLAMIZDIR.BAŞARILARINIZIN DEVAMINI DİLER SELAM VE DUALARIMLA... |
|||
süveyda | |||
içim acıdı... |
Tarih : 21-03-12 | ||
anlatılmaz duygularla doldum bu hikayeyi okuyunca sevgili Zuhal ... ne desem nasıl anlatsam bilemiyorum... kesilen minik kiraz agacı ve hamzanın kırık kalbi yuregimi acıttı... |
|||
hüseyin manisalı | |||
çok güzel |
Tarih : 04-03-12 | ||
sen kimseyi kırmıyon rabbimde seni kırmasın |
|||
hatice su kılınçer | |||
diktiğini sökmeyenler |
Tarih : 25-02-12 | ||
Kaç yüreğin üzerine affedilmemenin ve affedememenin yanığı, ağrısı var? Azıcık dikkat etsek yüreğimizdeki yanıkları görüp çığlık çığlığa kaçarız kendimizden. Diktiğini sökemeyen , hatasını göremeyen insanlar sizce "ahseni takvim üzre olmanın" güzelliğini çıkarıp hamza ustanın anahtarı ile birlikte masaya koymamış mıdır? Kaleminizle gönlümüze danteller işlemeye devam edin ola ki yangınımız hafifler. |
|||
AHMET | |||
SIRADANIN TABİİLİĞİ |
Tarih : 24-02-12 | ||
Arka sokakların insanları ne güzel anlatılmış... Yüksek mevkilerdeki insanların hayatlarında hep bir sun'ilik, sıradan insanların hayatında ise sımsıcak bir tabiilik hissedilir; burada da böyle olmuş. Olağanüstü inişler çıkışlar yok. Hikaye durgun bir gölün titreyişi gibi ilerliyor. Eline diline sağlık Zuhal... |
|||