Kategori : TÂRİH / DÜNDEN BUGÜNE | Okunma Sayısı: 5745 |
İslâmcılık ne zaman, nasıl başladı?
Türkiye’de modern bir hareket olarak İslamcılık’ın resmi tarihi (1908) II. Meşrutiyet’le başlar. Örfi hukuk üzerine kurulan Osmanlı Devleti’nde, Şeyhülislam siyasi işlerde söz sahibi iken, Yavuz Sultan Selim’le resmi hüviyet kazanmış bir hilafet varken ve kuruluşundan itibaren, Birinci Meclis de dahil tarikatlerle iç içe olan bir devlet yaşamışken, İslamcılık’ın II.Meşrutiyet ile başlatılmasının elbette önemli sebepleri var:
1. İslamcılık’ın daha önceki dönemlerde bulunmayan ve siyasi hayata şekil veren bir hizbin (fırka, parti, grup) sunduğu toplumsal proje olması
2. Tanzimat’tan sonra, devletin zihniyet ve ideal olarak İlay-ı Kelimetullah’tan (İslamcılık) vazgeçtiğini ilan etmesi
3. İslamcılık’ın yerine Batıcılık, Milliyetçilik gibi siyasi anlayışların devlete hakim olması ve gayr-i İslami zihniyetin millete yeni bir proje olarak sunulması
Temelini, toplumun birliğini, halifenin şahsında temsil edilen İslam devletinin bütünlüğünü (vahdet) koruma düşüncesi oluşturan ve bunun için Batı’ya karşı yeniden toparlanmayı esas alan İslamcılık; bir hizip oluşturmuştur; ama bu fırka veya parti anlamında bir hizip değil; münevverler arasında ve kısmi de olsa yönetim içinden çıkmış bir insan kümesidir.
İslamcılık sürekli engellendi!
Halkın Müslüman olması ve Osmanlı Devleti için bir çare sunmasından dolayı İslamcılık’a, diğer düşünce tarzlarından daha çok ve çabuk rağbet edilmedi. Hatta İslamcılık başlangıçtan beri fiiliyata geçirilmesine imkan verilmemiş bir siyaset ve düşünce tarzı olarak kaldı. Neden böyle oldu? Bunun; kadro yetersizliği, toplumsal bir proje olarak değil; entelektüel bir uğraş olması, savunucularının makam ve mevkileri görünce davadan vazgeçmeleri, baskı ve şiddetle engellenmeler gibi birçok sebebi var.
İslamcılık düşüncesi altında olmasa bile; bu ülke zorda kaldığı bütün durumlarda çareyi yine İslam’da bulmuş, İslam’dan görmüştür. Bu, Müslümanların yeterliği ile değil; İslam’ın evrensel; halkın Müslüman oluşuyla ilgili bir husustur. Tahrif edilmemiş bir Kitab’a, Kitab’ı hayata geçirmiş bir Peygamber’e uyan, Peygambere halife olmuş ashaba ve tabiine yaklaştığı oranda büyük medeniyetler kuran Müslümanlar elbette varlığını sürdürecek, fonksiyonunu icra edecekti.
Halifelik İslama göre(!) kaldırıldı
Balık tutulunca olta unutulurmuş; bizde bir adım daha atılmış ve olta cezalandırılmıştır. Cezalandırma erkini elinde bulunduranlar veya erki cezalandırmada kullananlar için milletin de bir mekri vardı. Bu, çok partili hayata geçişin doğurduğu, hakim zihniyetin beklemediği ve tabii ki istemediği bir sonuç idi.
Gerçi Cumhuriyetin ilk yıllarında bir eylem olarak olmasa bile bir düşünüş biçimi olarak İslamcılık’ın geçmişle kolayca bağ kurabilecek, halkla sıcak temas aracı tarikatleri vardı. Doğu’da medrese ile ilintili olan kişileri de buna eklemek gerekir. Ne ki adı geçen kesimlerin var olduğu sanılan potansiyeli -kullanılsa nasıl bir sonuç vereceği bilinmez ama- kullanılmamıştır. Var imiş gibi görüntü vermesi bile bu potansiyelin tehlikeli olarak algılanmasına yetmiştir, Menemen vak’ası ve Şapka vesilesi ile potansiyel bastırılmıştır.
Bu olaylarla sistemin bundan böyle İslam’a ve Müslümanlara muhtaç olmadığı zannına kapıldığını ve bu kanaatini göstermek istediğini anlıyoruz. Ama halkın İslam’dan başka bir dayanağı, güç kaynağı ve hatta varlık sebebi yoktur; işte bu gerçek DP’nin iktidara gelmesine (1950) kadar anlaşılmamıştır.
Yazar: Kamil Yeşil |
29-09-11 |
||
E mail: dünyabizim.com | Tweet | ||