ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : / TEFEKKÜR
Okunma Sayısı: 651
Yazar: Ömer Lekesiz
Kavramların izinde: Mütefekkir, münevver ve ârif

Kavramların izinde: Mütefekkir, münevver ve ârifMütefekkir kolay yetişmez, diğer bir söyleyişle kolay mütefekkir olunmaz.

Onun öncelikle kelimelerle, dil ile ülfetinde samimi ve ısrarlı olması gerekir. İlkin bunlar üzerinden önceki yazımızda zikrettiğimiz düşünme tarzlarıyla birlikte bilme hayret ve zevkinde, bunu ölüm döşeğine kadar sürdürecek şekilde tutkulu olmalıdır.

Mütefekkir olmanın şekli zamana ve şartlara göre değişse de, değişmeyen onun tüm zamanları gözeterek düşünüyor olmasıdır. Bu nedenle güncel olana itibar etmez, geçmişte başkalarınca söylenenlerin hakkını da koruyarak gelecek zamanın düşüncesinden erkenden pay almaya çalışır; ibnü’l-vakt gibi görünürse de aslında zikrettiğimiz bağlamda bir ebu’l-vakttir.

Mütefekkir felsefeci değildir. Kendi mesleğine / meşrebine, uygun ya da yakın olan felsefeyi özümleyerek, kendi bilgisinde dönüştürebilendir ve yine de bu manada mütefekkirin felsefeyle ilgisi bir tenezzül meselesidir.

Onun iki ayağı da dinde sabittir. Zira, İslami terminoloji esasında, mütefekkirin düşüncesinde din ve dünya ayrımı yoktur; o ikiliğe düşmeden tek bir yekunun içinden konuşur; hayat, burası ve ötesi olarak ayrılmayan, fiil planında birinin diğerinin varlık şartı olduğu bir bütündür.

Mütefekkirin kendi zamanından nasibi, çiçeğin ağaçtan nasibi gibidir; o hem verili düşünceyi telvin eder, hem de ona kendisine mahsus yeni bir renk tonu ekler.

Mütefekkir, düşüncelerinden dolayı sadece Allah’a karşı sorumluluk duyar; O’nun emrince yükümlendiği işinde kendi iktidarını kurar ve bu iktidarının biricikliğinde bir eksilmeye, gölgelenmeye sebep olmamak için, sair tüm iktidarlardan ve muktedirlerden şiddetle kaçınır; sultanlardan dost, paşalardan arkadaş, zenginlerden yâren seçmez.

Münevvere gelince:

Arapça nwr kökünden gelen tenvir’e dahil olarak münevver, aydınlatılmış, ışık(landırılmış) demektir. Râgıp el-İsfahanî’nin tasnifiyle, basiret gözüyle akledilen ve görme duyusu olan göz vasıtasıyla idrak edilen nurun, insan düşünüşündeki etkisi ya da karşılığıdır.

Nur aracılığıyla düşünebilmesi bakımından münevver, aslen nurun içinde duran mütefekkirin ve kendi zamanının güncel düşüncesinin ve hadisatın ona verdiği yeni bilginin çocuğudur. Bu manada münevver, ibnü’l-vakttir. Kendi zamanında aydınlatılan olarak, kendi zamanını aydınlatmakla mukayyettir. Ki, bu yönüyle, kendisinden sonradan gelenlerin, onun zamanını yine onun üzerinden idrak edebilmeleri bakımından da varlığı son derece değerlidir.

Mütefekkirin bir yekun içinde durmasına karşılık, münevver tafsilata tabidir. Bu nedenle her şair, yazar, incelemeci, araştırmacı, gazeteci kendi kulvarında münevverdir. Yine bu tafsilata tabi olarak münevverlik müstakil bir iktidar oluşturmaz; sanat, ekonomi ve siyasetin kendi devrindeki iktidarına tutunarak onlardan pay alır. Bundan pay alamayan ya da mevcut iktidar pastasından bir şey kapamayan münevver, yine o mevcudiyetle mukayyet olarak kendisini sadece muhalif olarak konumlandırabilir. Dolayısıyla münevver dostunu sultandan, arkadaşını paşadan, yarenini zenginden seçer ki, aydınlatılmış olmasının ona yüklediği aydınlatma görevini ilgililerine yöneltebilsin. Zira o mütefekkir gibi tüm zamanlara ve dünyalara değil, sadece kendi vaktine ve yeryüzüne aittir.

Bir önceki yazımızda zikrettiğimiz akıl ve ilim yönünden birini kendi vasatının üstünde ya da onu kendi vasatının altında bir şeyle nitelemenin haksızlık olması hükmünden hareketle münevveri, mütefekkir ya da sıradan bir düşünme ilgilisi olarak nitelemenin haksızlık olacağına tekrar vurgu yapmamız elzemdir.

Kendi zamanıyla mukayyet olan münevver, mütefekkir için sadece bir düşünceye sakalık eden biri olabileceği gibi, şu ya da bu oranda akıldan pay almadaki müşterekliğin fevkinde, kendi aklının farkını, işlevini ve misyonunu idrak etmekle halk yığını içinde farklılaşabilendir.

Ârif ise:

Arapça ‘rf kökünden gelen ârif, Râgıp el-İsfahanî’ye göre bir şeyi tefekkür ederek ve etkisinin veya sonucunun üzerinde düşünerek idrak eden kimse demektir; ârifin zıddı münkirdir; ârif olabilen kişi, aynı zamanda mârifet sahibidir.

Özü itibariyle mütefekkire yakın bir anlamdaymış gibi görünmesine rağmen, onun gibi kesbî değil, vehbîdir. Diğer bir söyleyişle mütefekkir de ârifliğe mazhar olabilecekken, ârifin mütefekkirliği bir tenezzül meselesidir.

Kelime, vehbiyyetten / tasavvuftan nasipli olduğu için, mahiyeti ve muhatapları yönünden de her devirde tartışmalara konusu ola gelmiştir.

Abdürrezak Kâşânî’ye göre ârif “Hakkın nefsini müşahede ettirdiği kimse”dir.

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.

Yazar: Ömer Lekesiz
31-05-20
E mail: yenisafak.com
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
Kavramların izinde: Mütefekkir, münevver ve ârif
Online Kişi: 20
Bu Gün: 153 || Bu Ay: 6.665 || Toplam Ziyaretçi: 2.216.256 || Toplam Tıklanma: 52.124.897