ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : İKTİBAS / Muhtelif Mevzûlar, Yazarlar, Yazılar
Okunma Sayısı: 2375
Yazar: Sema Karabıyık
Diziler yaşadığımız değerler krizinin sebebi değil, sonucu

Diziler yaşadığımız değerler krizinin sebebi değil, sonucuDiziler üzerine yazdığım yazılardan sonra; 'bizi değerlerimizden kopardılar', 'dizilerde bizi bize yanlış anlatıyorlar' yorumları geliyor okuyuculardan ağırlıklı olarak. Değerler krizi yaşadığımız bir vakıa, ama diziler bu sürecin sebebi değil, sonucu. Yaşarken fark etmediğimiz bu süreçten etkilenen sadece tüketim tarafında yer alan seyirciler değil; üretim tarafındaki yapımcılar özellikle de senaristler. Roman, yabancı dizi uyarlaması, Yeşilçam esintili senaryoların hepsinde bariz bir şekilde görülüyor sürecin etkileri.

Hikaye anlatmak da dinlemek de bir ihtiyaç. 19 yüzyılda altın çağını yaşayan roman, daha öncesinde halk hikayeleri ve masallar, günümüzde diziler varlığını bu ihtiyaca borçlu. Televizyon ve dizilere daha çok yoksul insanlar rağbet gösteriyor. Çünkü hikaye anlatmak ve dinlemek yoksullara has.

'Yoksullar arasında hikaye anlatılmasının sırrı, hikayelerin başka yerlerde de dinlenmesiyle, belki de birisinin ya da birilerinin hayatın anlamının ne olduğunu hikayeciden ya da hikayenin kahramanlarından daha iyi bilebileceği inancından kaynaklanır. Muktedirler hikaye anlatamaz. Muktedirler tedirginlik içinde yaşar, en büyük korkuları kaybetmektir. Kibir hikayenin zıddıdır. Hikayeler; hayatı, uzak diyarlardaki kesin sözlü bir başka hakeme havale eder. Hikayeler bir anlamda adaletin her an tecelli edeceği inancının paylaşılmasıdır' der John Berger.

Biz ne zaman değiştik, değerlerimizden ne zaman uzaklaşmaya başladık sorularına cevap bulabilmek için 'ekonomiyle birlikte değişen değer yargılarına' odaklanmak gerekiyor. Kişisel maddi çıkarın peşinde koşmanın erdem olarak kabul edilmeye başlandığı 80'li yıllara.

İyi mi, adil mi, haklı mı, daha iyi bir toplum ya da daha iyi bir dünyanın kurulmasına yardım eder mi sorularını sormuyoruz nicedir. En gözde soru: Bunun getirisi bana ne olacak?

Servet yaratma saplantısı, özelleştirme, özel sektör kültürünün etkisinde yaşanan 1980'li yıllardan itibaren zengin ve yoksul arasındaki uçurumu büyüten eşitsizliğin temeli atıldı. Az sayıdaki zenginle çok sayıdaki yoksul arasındaki uçurum büyüdükçe toplumsal meseleler kötüleşmeye başladı.

Bireysel servetin yükselişine önem atfedilmesine paralel, maddiyatçı olmak, bencil olmak, insana özgü özellikler olarak kabul edilmekle kalmadı, baş tacı edildi.

Önemli olan bir ülkenin ne kadar refah içinde olduğu değil, içinde ne kadar eşitsizlik barındırdığıdır. Eşitsizlik yıpratıcıdır, toplumları içten içe çürütür. Terfi ve zam uğruna yürütülen rekabet artar. İnsanlar mal varlıklarıyla bağlantılı bir üstünlük ya da aşağılık hissi taşımaya başlar, daha alt toplumsal tabakalara yönelik önyargılar şiddetlenir, suç oranları artar.

Denetimsiz servet yaratma efsanesinin mirası karanlıktır.

İnsana ve insanlığa ödetilen bedellere duyarsız kalmakla başlar her şey.

'Zengin ve güçlü olanlara tapınmaya varacak derecede hayranlık duymak, fakirlik ve sefalet şartlarında yaşayanları yok saymaya yatkınlık, ahlaki duygulardaki yozlaşmanın en genel sebebidir' der Adam Smith.

Tüm iddiaların aksine iktisatçı kafasıyla düşünmek insana özgü bir özellik değil. Maddi zenginliğin sonu olmadığı gibi, mal varlığı arttıkça daha çoğuna sahip olma düşüncesinin güdümüne girmekten kurtulmak imkansızlaşır.

Değişim önce zihinde başlar: Ekonomi güdümlü düşünmekten etiği (ahlâkı) merkeze alan düşünce şekline dönmek gerekiyor ilk adım olarak.

Haklıların değil güçlülerin kazandığı bir dünyada yaşıyoruz. İzlerken zihnimde sürekli canlı tuttuğum bir sorudur: neden en iyi kötü karakterler yazılıyor ve neden seyirci kötü karakterleri seyretmekten böylesine haz alıyor. Çünkü kötüler güçlü karakterler olarak çıkıyor karşımıza. Güçlü olmak başkalarına acı çektirmek olarak algılanıyor, hâlbuki acıya katlanabilmektir güçlü olmak.

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.

Yazar: Sema Karabıyık
07-07-14
E mail: yenisafak.com.tr
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
Diziler yaşadığımız değerler krizinin sebebi değil, sonucu
Online Kişi: 8
Bu Gün: 167 || Bu Ay: 8.349 || Toplam Ziyaretçi: 2.241.254 || Toplam Tıklanma: 52.365.707