ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : TEFEKKÜR / İNSAN VE TEFEKKÜR
Okunma Sayısı: 3516
Yazar: Ahmet Selim
ÎTİDÂL UFKU-HASRETİ

Batıcı aydının anlayamadığı

Tarihî karakteristik özelliklere bakmak lazım.Bir anlayışın temeli, "itidal" yorumunun ölçülerine bağlı ise; o anlayışta reaksiyon eylemi olmaz. Reaksiyon eylemlerinin hemen hepsi, marjinal yorumlardan kaynaklanır.

Burada yorum kelimesini "tefsir"le özdeş bir anlamda kullanıyor değilim. Yorum, onunla ilgili olabilse bile, daha farklı kullanım özelliklerine sahip bir kavramdır. Üslupla, meşreple, mizaçla ilgili yönleri vardır.

Prof. Hilmi Ziya Ülken önemle belirtmiştir. İmam-ı Rabbani'ye bağlı etkilenmelerde, meşruiyet'e aykırı yönelişler asla görülmez; tam tersine meşruiyetin korunması gayretleri önemli bir yer tutar. Mevlevilikte de öyledir.

Maddecilikle buluşan batınîlikler ve benzeri marjinallikler reaksiyon eylemlerinin besleyicisi olmuştur, olabilmiştir.

Tarih'ten okunan budur.

İfrat'lar tefritler her konuda görülebilir ama, temel tercihlerdeki ifrat ve tefrit kökleri apayrı bir önem taşır.

Bizim toplumumuzda, "devletle kavga etmek" gibi bir gelenek çizgisi ve özelliği yoktur. "Nasılsak öyle idare olunuruz." bilgisi ile kendini (nefsini) değiştirmeyi öne alan bir hayat anlayışının üst bakışı kendini hep hissetmiştir. Temel tercihlerdeki itidal ilkesinin bu tarihi karakter oluşumunu biçimlendiren bir halk felsefesi gibi etkili olduğunu söyleyebiliriz. Bu topraklarda İslam böyle yaşandı.

Hatalar olabilir, yetersizlikler görülebilir. Ama, her zaman, bir "basiret istişaresi" ile "kendi kendini ikaz" etme mekanizması bir teminat rezervi gibi korunur. Birileri, "Bu böyle olmaz." der, diyebilir ve bir "özeleştiri" seslenişinin ufuk penceresi hep açık tutulur... Şu belirtmeye çalıştığım hal, ailede de en küçük beraberliklerde de, hayatın tabii akışına bağlı bir senkronizasyon ahengiyle kendiliğinden (yazılı kurallar gibi değil) yaşanır.

Burası Ortadoğu değil. Başka bir diyar. "Maddi coğrafya" tasnifleri manevi coğrafyanın farklılıklarını ifade edemez. Burada farklı değerlendirme kriterlerine ihtiyaç vardır.

Batı, "ifrat-tefrit" zıddıyetinin dialektiği ile yürür. Madde önemsizleşti, denge bu yönde mi bozuldu; dibe oturan "madde" tepkisel olarak yükselmeye başlar, yükselir, yükselir; ta zirveye çıkar! Sonra, karşı tepki ile yine inmeye ve dibe doğru gitmeye başlar. Tabii ki bu, asırlık periyotlarla olur. Ve "sentez" denilen şey, iniş çıkışların karşılaşma noktalarından oluşan ince bir çizgi halinde, hayatın dışında kalmış, bir tefekkür materyali halinde; ancak erbabına hitap edebilen bir bilmece gibi literatürün bir köşesinde öylece durur. Ve Batıcıların hiçbiri onu göremez! Batı'ya giden ve orada yetişen Doğu ve Ortadoğu entelektüelleri ise hiç göremez. Onların görebildiği, dialektik kavgaların nefse hoş gelen cazibesidir.

Herkes biliyordu ki, Abdullah Cevdet, Tevfik Fikret ateisttir ve bizim pozitivist Batıcılarda bu çizgiyi paylaşanlar çoktur... Toplum hiç tepki gösterdi mi bunlara? Hayır. Nazım Hikmet'i Vâlâ Nurettin bu açıdan uyarmıştı. "Sana da tepki gösterilmezdi. Ama çok bağırttın." anlamına gelen örneklemeler yaparak uyarmıştı.

Bizim toplumumuz mutedildir. "Ilımlı-uyumlu" falan değil, mutedil. Karakteristik olarak öyledir. Tarih boyunca öyle yoğrulmuştur. İtidal, azlıkla çoklukla değil, asliyetle ve asliyetin korunmasıyla ilgili bir kavramdır. Çok sev, ama itidal üzere sev. O sevgiyi acayip bir tutku ve zaaf haline, bir sapma niteliğine dönüştürme. "İtidal" işte bu. Bağırıp çağırarak, üstünü başını yırtarak, sağa sola vurarak; sevgi de yaşanmaz, üzüntü de... Bir misal vermek için söylüyorum.

Tarihle yüzleşmek değil, "bugün"le yüzleşmek çok önemlidir. Bugün'le yüzleşmek... Hangi göze ve gözlükle bakacaksın, hangi akılla düşüneceksin, hangi ışıkla aydınlatacaksın, hangi terazi ile tartacaksın?

... Aydın, toplumun gerisindedir. Duruşu ve bakışı itibarıyla böyledir. Dengeleri açısından böyledir. Bizim aydınımız, "eleştiri" ile "hareket" arasında fark görmez. Sadece bu bile seviye tespitine yeter. Toplum'un "itidal" hasletini küçük görmek, yıpratmak, aşındırmak, "Batıcı aydın"ın en büyük demokratik düşünce hatasıdır.

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.

NOT: Vurgular bize âittir.

Yazar: Ahmet Selim
01-02-10
E mail: a.selim@zaman.com.tr
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
ÎTİDÂL UFKU-HASRETİ
Online Kişi: 18
Bu Gün: 21 || Bu Ay: 969 || Toplam Ziyaretçi: 2.226.873 || Toplam Tıklanma: 52.220.772