ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : / ŞU GİDENLER (Tasavvuf Büyüklerinden Levhalar)
Okunma Sayısı: 3169
Yazar: Zeynep Yılmaz
HER ALLAH DOSTU CENNETTEN BİR HEDİYE

Yüreklerimiz yangın yeri…

Rabbim sen en güzel terbiye edensin, bizi eğitmek için verdiğin tüm vesileleri muhabbet ve şefkatle kabul edip bağrımıza basabilmeyi nasip eyle… Bu vesilelerden biri olan ve Senin en güzel hediyen olan evlatlarımız; en büyük sevinç kaynağımız olsun, pişmanlık sebebimiz olmasın.

Merhamet duygusunu nasıl zirvede hissederiz doğduklarında. Sanki cennetten bir hediye göndermiş Rabbim deriz sevinçle. Cennet kokulum diyerek içimize çeke çeke öperiz pamuk ellerini, minik ayaklarını. Ağlayışıyla nasıl da titretir yüreğimizi, gülüşüyle de çiçek bahçesine çevirir bir anda, her haliyle Rabbimizin mucizesi olduğunu anlatmaya çalışır adeta dünyanın bu en güzel hediyesi… Peki, sonra ne oluyor da unutuyoruz bu müthiş hediyenin özel olduğunu. O, büyüdükçe bizim de büyümemiz olgunlaşmamız bekleniyordu oysa. Nerde kopuyor bağlar? Sanırım hata yine bizim öğretemediklerimizde saklı, ya da yaşayamadıklarımızda. O masum kuzucuklarımız sözden çok halimizi, davranışlarımızı kopyalıyor. Büyüdüklerinde o büyüleyici güzellikteki kokuları, gülüşleri kayboluyorsa sebebi bizim düşüncesizliğimiz değil mi? Onların avuçlarımızda şekillendiklerini unutarak düşüncesizce davranmak onların ışığını söndürmek değil mi?

Allah’ın güzel kulları evlat yetiştirmenin ehemmiyetini anlamış olacaklar ki daha anne karnına düşer düşmez yediklerine, içtiklerine tüm söz ve davranışlarına özen göstermişlerdir. Bu sorumluluk duygusu, imanın derecesi arttıkça artan bir hal. Öyle ki bu duyguları zirvede yaşayanlar melekleri bile sevinçten hayrete düşüren, çevresindekileri de kuşatan sevgi zinciri oluşturuyor. Ben, ne zaman evlatlarımı düşünüp, onların iyi olmaları için dua etsem eksik kaldığını düşünürüm. Ve Allah’ın sevgili kullarının gölgesine sığınmaya çalışırım hemen. Bilirim ki onlar, kendi zamanlarında nice kutlu erler yetiştirmiş olmalarına rağmen hala yetiştirmek için kendilerine teslim olup Allah yoluna ram olacak taliplileri arıyorlar.Bu aşk yolunun rehberi kim derseniz, o kadar çok ki!... Hepsini şu an zikretmem mümkün değil. Ama beni uzun zamandır etkileyen ve her haliyle kendisine doğru çeken sevgili büyüğümüz Muhammed Baba Simasi Hazretlerinden bahsetmek isterim. Kendi zikrini yaptırması bile gönlümüzün huzurla dolmasına yetiyor değil mi? Onu yakından tanımayı ve onun şefkat kanatlarının altına sığınmayı siz de ister misiniz?  

Muhammed Baba Simasi Hazretleri (ks)

Simasî; ortaboylu, gökçek yüzlü ve esmer tenliydi.Nâfiz bir nazar, keskin bir görüşe ve derin bir hissedişe malikti.

"Azizan" lâkabıyla meşhur Ali Râmîtenî Hazretlerinden sonra silsile Muhammed Bâbâ Simasî ile devam etmektedir. Hoca Muhammed, Râmîten'e bir, Buhârâ'ya üç fersah mesafede bulunan Simas köyünde doğdu, burada yaşadı ve burada vefat etti (755/1354).

Muhammed Bâbâ Simasî, şeyhinin yerine irşad makamına geçtiğinde, müridlerini bizzat kendisi bulurdu. Halkın arasında dolaşır, müridlik ve dervişliğe kabiliyetli insanları nerede bulursa hemen yanına cezbederdi. Nitekim daha sonra kendi yerine halife olarak bırakacağı Emir Külâl'i ve hatta ondan sonraki Bahaeddin Nakşiben'di hep o bulup keşfetmişti. Emir Külâl'i er meydanında güreşirken buldu. Onun gürbüz vücudunda, en az bedeni kadar güçlü mâneviyat istidadı keşfederek onu tutup er meydanından gönül erleri meydanına çekti. "Bu er, zâhirin değil, bâtının pehlivanıdır. Nice insan onun elinden kemâle erecektir" dedi.

BİR YİĞİT KOKUSU

Emir Külâl'den sonra emaneti alacak ve bu yolda "Pir" ünvanıyla anılacak olan Şah-ı Nakşbend hazretlerini de bulan O'dur. Bir gün müridleriyle Şah-ı Nakşbend'in ailesinin oturduğu yerden geçerken: "Burada benim burnuma bir yiğit kokusu geliyor." der. Birkaç zaman sonra köye tekrar gelen Muhammed Bâbâ bu sefer: "Koku artmış, bu yiğit dünyaya gelmiş olmalı." der. Meğer bu sırada Bahaeddin doğalı henüz üç gün olmuş. Muhammed Simasî'ye, dedesi, Şah-ı Nakşıbend’i kucağına alıp getirir ve takdim eder. Muhammed Bâbâ, Bahaeddin'i görür görmez: "Bu bizim oğlumuzdur, biz onu evlatlığa kabul ettik" der. Sonra ihvanına dönerek şöyle konuşur: "Dünyaya gelmeden kokusunu aldığımız yiğit işte budur. Zamanının en büyük imam ve mürşidi olacaktır." Sonra, Emir Külâl'e dönüp şu ifadelerle Bahaeddin'i ona ısmarlar: "Bu benim oğlumdur. Onu sana emanet ediyorum. O'nun eğitimi konusunda ihmal ve kusur göstermeyesin. Eğer bu konuda kusur ve fütur gösterecek olursan sana hakkımı helâl etmem." Bu sözler üzerine Emir Külâl de gayrete gelip der ki: "Bu konudaki emirleriniz başım üzre." Böylece Bahaeddin'in irşad hizmeti Emir Külâl hazretlerine verilmiş oldu.

ŞAH-I NAKŞIBEND'LE TEKRAR GÖRÜŞMESİ

Muhammed Bahaeddin Nakşıbend şöyle anlatıyor: "Evlenmeye karar verdiğimde dedem beni, uğurlu ayağıyla hanemizi bereketlendirsin ve bize yardımcı olsun diye şeyhi Muhammed Simasî'ye göndermişti.

O gece gönlümde dua, niyaz ve tazarru arzusu peyda oldu. Şeyhin mescidine gittim, iki rekat namaz kıldım ve duaya başladım. Dua sırasında dilimden şu lafızlar döküldü: "İlâhî, bana belâ yükünü çekmeye ve muhabbet sıkıntısına dayanmaya kuvvet ihsan eyle!" Sabah olunca Muhammed Simâsî' nin huzuruna vardığımda bana şunları söyledi: "Oğlum bundan sonra şöyle dua et; İlâhî, rızan hangi noktada ise bu kulunu orada bulundur. Eğer Allah, dostuna belâ verecek olursa, inayetiyle o belâya sabır ve tahammül gücü de ihsan eder. Fakat Allah'tan ne geleceğini bilmeden belâ ister gibi dua, küstahlıktır."

Bu görüşmeden sonra sofra hazır oldu. Birlikte sofraya oturup karnımızı doyurduk. Sofradan çekildikten sonra bana bir ekmek parçası uzattı ve bunu yanımda saklamamı emretti. Bir an gönlümden geçti ki, "Karnımızı daha yeni doyurduk. Ben bu ekmeği ne yapacağım acaba?" Şeyh benim şaşkınlığımı anlamış olmalı ki, hemen uyardı: "Kalbi faydasız ve lüzumsuz duygu ve havatırdan korumak lâzımdır." Ben mahcubiyetle boynumu eğip teslimiyyet gösterdim. Birlikte bizim köye gitmek üzere yola çıktık. Yolda bir tanıdığın evinde abdest tazelemek üzere konakladık. Ancak hane sahibinin yüzü biraz sıkıntılı görünüyordu. Sebebini sorduğumuzda şu karşılığı verdi: "Biraz kaymağım var, fakat ekmeğim yok. Ona üzülüyorum." Muhammed Bâbâ Simâsî bana döndü ve: "Acaba neye yarayacak diye düşündüğün ekmek işte burası içindi. Hadi ver bakalım da yesin." dedi. Meydana gelen bu güzel haller, benim ona karşı olan hayranlık ve bağlılığımı daha da artırdı."

Şah-ı Nakşıbend hazretlerinin bizzat anlattığı gibi, onun ilk mürşidi Muhammed Bâbâ Simâsî’dir. Biz de, yetiştirirken boyumuzu aşan hatalar yaptığımız canımız evlatlarımızı O yüce gönüllülere emanet edebilir, onların sevgileriyle büyütebiliriz. Televizyonla hayatlarını karartmak yerine Allah dostlarının hikâyeleriyle hayal dünyalarını da gönüllerini de zenginleştirebiliriz. Bizim de daha doğmadan kokusu duyulan hayırlı evlatlarımızın olmasını ve sevgili dostlarının gölgesinde o goncagül kokularıyla daima burcu burcu etraflarına neşe saçan birer gül bahçeleri olmasını Rabbimizden diliyorum...

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.

Yazar: Zeynep Yılmaz
01-07-12
E mail: haberkültür.net
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
HER ALLAH DOSTU CENNETTEN BİR HEDİYE
Online Kişi: 8
Bu Gün: 22 || Bu Ay: 970 || Toplam Ziyaretçi: 2.226.878 || Toplam Tıklanma: 52.220.944