ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : İKTİBAS / Muhtelif Mevzûlar, Yazarlar, Yazılar
Okunma Sayısı: 2743
Yazar: Kerime Yıldız
ŞOPEN MARŞI VE ŞU BİZİM CENÂZE MESELEMİZ

ŞOPEN MARŞI VE ŞU BİZİM CENÂZE MESELEMİZGün Olur Asra Bedel

Kırgızlar, Sovyet ideolojisinin yıkmaya çalıştığı kültürel hâfızayı zümrüdüanka kuşu gibi târihin küllerinden çıkararak romanlarında hayat bulduran Cengiz Aytmatov’u Allah’ın en büyük lütfu olarak görürler. Aytmatov, Çarlık Rusyası’nın ve ardından gelen Komünizmin köklerinden koparmaya çalıştığı Kazak ve Kırgızlar için toplumsal hâfızanın korunmasının ulus kimliğinin yeniden inşâsında ne denli önemli olduğunu göstermiştir. Özellikle Gün Olur Asra Bedel romanında, mankurtlaştırılan toplulukları, hâfızaları ile yeniden buluşturur.

Bir cenâze merâsimini konu ettiği romanında, kültürel hâfızayı, destan kahramanı Nayman Ana’nın mezarına doğru sürükleyerek bir günlük süreye yüz yıllık zamanı yayar.  

EĞİTİMLİ MANKURTLAR

Mankurt kavramını Manas destanından alıp romana adapte eden Aytmatov, Sovyet eğitim sisteminin silikleştirdiği Sabitcan’ın şahsında, kimliğini kaybeden mankurt şahsiyetleri anlatır. Mankurtluk, insanın bilincini kaybederek kendine ve dünyaya karşı yabancılaşması anlamına gelmektedir. Efsâneye göre romanda Juan Juanlar olarak geçen 6. yüzyıldan 9. yüzyıla kadar günümüz Moğolistan sınırları içinde hüküm sürmüş olan Cücenler,  esirlerini, başlarına geçirdikleri yaş deve derisi vâsıtası ile mankurtlaştırarak bilinçlerinden soyutlamaktadırlar. Güneşin altında tuttukları esirlerin başındaki deriler, kurudukça çekilmeye ve daralmaya başlar. Korkunç acılar yaşayan esirler, çıkan saçlarının ters dönüp kafalarında oluşan bu işkencenin sonunda ya ölürler ya da mankurtlaşırlar; yani belleklerini ve bilinçlerini yitirirler.

Roman kahramanlarından Sabitcan, Kazganalp’in oğludur ve babasının cenâzesine bile isteksizce katılır; ölünün ardınca yapılacak âdet ve geleneklerle birlikte babasının sağlığında ettiği, Nayman Ana Türbesi’nin yer aldığı Ana Beyit Bölgesi’ne gömülmek vasiyetini hiçe sayar. Aldığı eğitim onu değerlerinden koparmış; âilesinden, çevresinden, ulusundan kopuk, âidiyet hissini yitirmiş, âdeta ruhsuz bir insan hâline getirmiştir. Kızkardeşi Ayzâde ve ayyaş eşi câhildirler ama mankurt değildirler. Değerlerinden kopmamışlardır. Bir cenâze merâsiminde uyulması gereken ritüellere karşı gerekli özeni gösterirler.    

Aytmatov’a göre kültürel kimliğin muhâfazasında din, önemli bir unsurdur. Bunun için Sovyet döneminde yasaklanan dinî lisanı, romanda hayata geçirir. Romanın kahramanı Yedigey’in din konusundaki düşünceleri, can dostu Kazganalp’in ölümüyle birlikte hayatla ölüm hakkında derin düşüncelerle dolu bir tefekküre dönüşür. Aslında içinde olan ve zamanla küllenmiş olan bir közü, bu cenâze vesilesiyle yeniden düşünce alevinde tutuşturur. Sarı Özek Bozkırı boyunca devesinin üstünde aklına gelen düşüncelerden biri de ölüm ve cenâze ritüelleridir. Kervandaki gençlere bakarak kendi ölümünü düşünür. Arkadaşı Kazganalp, kendisi gibi bir dostu olmasından dolayı şanslıdır. Onu, dinî ritüellerin emrettiği şekilde gömecekler ve duâ edeceklerdir. Ama bu gençlerin hiçbiri, ne cenâze namazı kılmasını ne de duâ etmeyi bilmektedirler. Yedigey’i nasıl gömeceklerdi? “Elveda yoldaş” diyerek el sallayıp gönderecekler miydi?

Bu düşünceler içinde ilerlerken birden, bir gün şehirde katıldığı bir cenâze merâsimini düşünür. Mezarlıktaki o törenin herhangi bir toplantıdan farksız geçtiğini görünce şaşıp kalmıştır. Birtakım hatipler ellerindeki kâğıtlarla merhumun tabutu başına gelmiş; nutuk okumuşlardı. Hepsi birbirine benziyordu bu nutuklarda, merhumun ne iş yaptığı, hangi işleri başardığı, nasıl çalıştığı, kime nasıl hizmet ettiğini anlatılmıştı. Sonra müzik çalmış, mezarına çiçek koymuşlardı. Konuşmacılardan hiçbiri hayattan ve ölümden söz etmemişlerdi.

Cengiz Aytmatov’un bu romanından bahsetmemin sebebi, birkaç hafta önce Özel Harekat polislerinin, şehit arkadaşlarının tabutunu taşırken Chopin’in cenâze marşını tekbir getirerek susturmaları. Bir asırlık “batılılaşma ihâneti”yle cenâze âdetleri üzerinden tekrar yüzleştik. Cenâzelerde Chopin’in marşının çalınmaması için çalışma başlatıldı. Elbette bu durum, içimizdeki mankurtlar için kabul edilir bir durum değil.

Bandonun tekbir sesleriyle susturulduğu gün bir asır kadar uzundu. Evet, o gün bir asra bedel oldu.

SAMİH RIFAT BEY’İN CENÂZESİ

Protokol ve asker cenâzelerinde çalınan cenâze marşı, Frederic Chopin’’in Opus 35, 2 numaralı Sibemol Minör Piyano Sonatı’nın üçüncü bölümüdür. Bu marşın ilk olarak şâir ve yazar Samih Rıfat’’ın 4 Aralık(K.evvel) 1932 yılındaki cenâzesinde çalındığı söylenir.

Samih Rıfat Bey’in 5 K.evvel 1932 târihli Akşam gazetesindeki cenâze haberinde marştan bahsedilmiyor:

“Dün ölümünü teessürle bildirdiğim merhûm Samih Rıfat bey’in cenâzesi merâsimle kaldırılmıştır. Cenâze namazı Hacı Bayram Câmii’nde kılınmıştır. Bundan sonra Türk bayrağına sarılı tabut eller üzerinde Cebeci’ye götürülmüştür.”

Cenâzede marş çalınmasının basına yansımamış olması ihtimâli de var tabi.

MUSTAFA KEMAL'İN CENAZESİ

Samih Rıfat Bey’den sonra cenâze marşı, Mustafa Kemal’in cenâzesinde de çalındı. Böylece Atatürk’ten sonra hayatını kaybeden devlet büyüklerinin cenâze törenlerinde devlet töreni geleneği oluştu.

Atatürk’ün cenâzesinde marş çalındı ama cenâze namazı kızkardeşi Makbule Atadan’ın, “Cenâze namazı kılınmadan Mustafa’mı hiçbir yere göndermem!” diye avaz avaz bağırması ve gidip tabutun yanıbaşına oturması sonucu kılındı. Atadan ısrâr edince Ankara’ya soruldu. Gelen cevap şöyleydi:

“Gözlerden uzak bir şekilde, mümkün olduğu kadar az bir cemaatle, dışarıya da hiçbir şekilde aksettirilmeden kılınsın; kat’iyyen fotoğraf çektirilmesin ve namazın kılındığı protokol kayıtlarına da aksettirilmesin.”

Makbule Hanım’ın namazın câmilerden birinde kılınması yolunda ısrâr edebileceği düşünülerek zamanın Diyânet İşleri Reisi Rıfat Efendi’den (Börekçi) sarayda kılınabileceği konusunda fetva da alındı. 11 kişilik (veya 19) bir cemaatle cenâze namazı kılındı. İmâmete, Şerefeddin Efendi geçti (dört sene sonra, 1942’de Diyânet İşleri Reisi olacak olan din âlimi Şerefeddin Yaltkaya). O senelerde Arapça ezan ve tekbir yasaktı. Arapça tekbir getirilse devletin, Türkçe getirildiği takdirde de Makbule Hanım’ın “Yeniden, doğru dürüst kılın.” demesi ihtimâli vardı.

Şerefeddin Efendi, imâmete geçti; tekbiri ‘Tanrı uludur’ diye Türkçe getirdi. Namaza başladı ve Efendi diğer üç tekbiri de Türkçe getirdi. Sıra ‘Esselâmü aleyküm ve rahmetulah’ diye selâma gelince her iki selâmı da “Esenlik üzerinize olsun” diye yine Türkçe verdi.

İşte kılınan cenâze namazı böyleydi. Atatürk’ün cenâzesi, aynı zamanda devletin resmî cenâze töreni ritüelinin oluştuğu bir uygulama oldu.

ŞOPEN MARŞI VE ŞU BİZİM CENÂZE MESELEMİZ
İNGİLİZ ELÇİSİNDEN CENÂZE ÖVGÜSÜ

İngiltere’nin Ankara Büyükelçisi Sir Percy Loraine, Atatürk’ün cenâzesi hakkında İngiliz Dışişleri Bakanlığına gönderdiği raporda, şöyle yazıyordu:

“Türkiye’de Batı anlamında devlet cenâze töreni geleneği yoktur; fakat Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu için oldukça parlak bir tören yapılmayacağı akıldan geçmezdi. Bilakis Türk Hükûmeti, bu günü en ciddî ve en parlak bir gün hâline getirmek için elden gelen gayreti esirgemedi. Batı’da uygulanan usûl, dinî kısımları adapte edilerek veya değiştirilerek büyük ölçüde tatbik edildi. En titiz arajmanlar, pek âlâ bir şekilde yerine getirildi ve törenler münâsip ve lâyık bir şekilde yapıldı.”

ÖZAL’IN CENÂZESİ  

Birinci Cumhurbaşkanı ile başlayan bu gelenek sekizinci Cumhurbaşkanı merhûm Turgut Özal ile tam olmasa da değişti. Turgut Özal’ın, cenâzesinde bu marş dâhil hiçbir marşın çalınmamasını istediği bilinen bir şey. Buna rağmen cenâze marşı çalındı. Yüzbinlerce kişi, Özal’ın cenâzesine katılarak tekbir getirdi. Mustafa Kemal’in cenâzesinde yasaklanan tekbir, yeniden protokol cenâzesine girdi.
ŞOPEN MARŞI VE ŞU BİZİM CENÂZE MESELEMİZ
ERTUĞRUL GÜNAY, BANDOYU SUSTURDU

2012 yılında Kültür Bakanı Ertuğrul Günay, Şehit Osman Çelik’in cenâze töreninde marş çalan askerî bandoyu susturdu. Günay, “Protokol ağırlıklı törenlerde, kentlerde askeri bandonun Cenâze Marşı çalması doğal olabilir. Ancak burası küçük bir köy ve insanlar acılarını yaşamak, evlatlarını tekbirler, dualarla son yolculuğuna uğurlamak istiyor. Buna saygı göstermek gerekiyor. Ben de insanların bu beklentisine cevap vererek gereğini yaptım ve bandonun marş çalmamasını istedim.” diye açıkladı.

İslâm dininde cenâzenin nasıl kaldırılacağı bellidir. Bin yıldır cenâzesini İslâmî geleneklere uygun olarak defneden halkımıza, bir asırdır dayatılan Batılı usûlde defin biçimi nihâyet kaldırılıyor.

Bu tartışmaya vesile olan Özal Harekat polislerinden Allah râzı olsun. Bir cenâze merâsiminde, asırlık mankurtlaşmaya itiraz ederek bin yıllık hâfızamızla buluşmamızı sağladıkları için…

Kaynaklar:

Mehmet İPÇİOĞLU, Ulusal Kimlik Oluşumunda Târihî Romanların Önemi (Cengiz Aytmatov Örneği)

Murat BARDAKÇI, Dolmabahçe’de 11 kişi ile kılınan Cenâze Namazının Az Bilinen Öyküsü, 20 Aralık 2015-Habertürk

Tunç BORAN, Atatürk’ün Cenaze Töreni: Yas ve Metanet, Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.

Yazar: Kerime Yıldız
24-04-16
E mail: gazetevahdet.com
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
ŞOPEN MARŞI VE ŞU BİZİM CENÂZE MESELEMİZ
Online Kişi: 19
Bu Gün: 420 || Bu Ay: 9.024 || Toplam Ziyaretçi: 2.200.486 || Toplam Tıklanma: 51.934.657