ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : İKTİBAS / Muhtelif Mevzûlar, Yazarlar, Yazılar
Okunma Sayısı: 3217
Yazar: Ömer Lekesiz
BATI, SÜTTEN ÇIKMIŞ AK KAŞIK DEĞİL

SURUÇ, PARİS, ANKARA...Madrid'ten Barselona'ya geçerken Zaragoza'ya da uğradık.

İspanya şehirlerinin hemen hepsinde olduğu gibi, Zaragoza'da da bazilika ve kiliseler camilerin yerine inşa edilmiş.

Fazla bilinmeyen bir yanı daha var Zaragoza'nın: Ressam Goya'nın (ö. 1828) burada (Fuentetodos köyünde) doğmuş, büyümüş ve ilk resim denemelerini burada yapmış olmasıdır.

“Yazının başlığıyla Goya'nın ne ilgisi var” diye dudak bükebilecek olanların çehrelerini normalleştirelim önce.

Efendim, Francisco José de Goya y Lucientes tam adıyla, Romantizm akımının en önde gelenlerinden olan bu ressam, gravür sanatçısı, saltanatın hizmetinde de olduğu halde, eserleriyle adeta kendi zamanının zulüm kayıtlarını oluşturmuş gibidir.

Örneğin, halen Madrid'teki Prado Müzesi'nde sergilenen, El tres de mayo de 1808 en Madrid, kısa adı 3 May 1808 olan 1814 tarihli tablosunu, Napolyon'un Madrid'i işgaline karşı canları pahasına direnenlerin anısına yapmış.

Benzer bir tablosunu da dahil ederek, o iki eserini yapma amacını, Avrupa'nın zorbalarına karşı girişilen şerefli ayaklanmanın en olağanüstü ve kahramanca hareketlerini fırça darbeleri ile kalıcılaştırmak, şeklinde özetlemiş Goya.

Elbette ressamın samimiyetinden kuşkumuz yok. Prado'da karşısında çakılıp kalarak Tiziano'yu, Rafael'i Correggio'yu, Rembrandt'ı unutuşumuz ve az kalsın Valesquez'i bile unutacak gibi oluşumuz bundandır.

Ancak samimiyet ayrı, tutarlılık ve ikna edicilik ayrı şeylerdir.

Goya, İspanya'nın işgaline itiraz ediyor, Avrupa'daki halkların 1492'den beri biribirlerini yemelerine, kendi inançlarından olmayanları Engizisyon değirmeninde öğütmelerine değil.

Diyeceksiniz ki, 1492'den öncesi de var. Daha genel tanımıyla Batı halkları mezhep farklılıkları nedeniyle de uzun süren iç savaşlarla, ani baskınlarla, sürgünlerle de boğazladılar birbirlerini.

Bu durumu, Batı'nın kendi iç meselesi olarak parantez içine alıp, onlardan sağladıkları tecrübeyle insan kıyımını kıta içinden kıta dışına açmalarına bakalım asıl.

Amerika kıtasında yerlilerin kökünü kurutup, hakimiyet kurduktan, İspanya'da on binlerce Yahudi'yi, milyonlarca Müslümanı Engizisyon yoluyla katlettikten, sürdükten, Hıristiyanlaştırdıktan sonra, I. Dünya Savaşı'yla Osmanlı İmparatorluğu'nu yıkıp, kendi güdümlerindeki yeni devletçikler yoluyla coğrafyamıza yerleştiler.

II. Dünya Savaşı, dünya halklarının kanlarıyla kirlenmiş elleriyle ürettikleri Aydınlanma (bilahare Modernizm) canavarının hak edilmiş bir bedeliydi. Ancak istatistiklere 72 milyon 758 bin 900 kişinin ölümü olarak geçen bu bedel, 5 milyon 754 bin 400 Yahudi'nin ölümüyle perdelendiğinden, Batı, buna mahsus bir durum değerlendirmesini de kendi içinde gereğince yap(a)madı.

Hiçbir zaman sütten çıkmış ak kaşık olmayan, olması da mümkün bulunmayan Batı, Engizisyonu uyutup, onun bir alternatifi değil, doğrudan taşeronu olan Modernizm'le yoluna devam etti.

Bu noktada değişen sadece kelimelerdi: On dokuzucu yüzyıla kadar “Dinini değiştir, benimle ve benim çıkarlarımın bekçisi ol” diyen Batı, sonrasında, kendi modernliğini bir varolma şartı olarak dayatıp, modern olmayanları barbar, savaş ve kaos düşkünü ilan ederek, “Barışçı olmanızı emrediyorum” ikiyüzlüğüyle insan kıyımını, maddi değerleri yağmalamayı, farklı kültürleri yok etmeyi sürdürdü.

Şimdi ise, özellikle Müslüman halkları, uyuttuğu Engizisyonu uyandırmakla korkutarak, onları Modernizmin hinterlandına dahil etmeye uğraşıyor.

Dün Cezayir, Tunus ve Fas'ı; bugün Mısır, Sudan, Afganistan, Pakistan'ı ve elbette Ortadoğu'yu asıl bu nedenle, Post - Üçüncü Dünya Savaşı'nın alanı haline getirdi.

Batı'dan ve içimizdeki Batıcıların gözünden bakarsak, güya sütten çıkmış bir ak kaşık olan Batı, barbar, terörist Müslümanların saldırısına maruz kaldığını ileri sürüyor; Modernizmin nimetlerinden yararlanmak istemeyenlerin, barış, özgürlük ve huzur içindeki Batı'yı tehdit ettiğini söylüyor.

Oysa ki, orta yerde süren post bir savaş var.

Denizlerin, okyanusların ötesindekiler dünyanın diğer ucundaki halklar üzerindeki tahakkümlerini süreklileştirmek azmindeler.

Özetle, yerlilerin hakkı olan yer altı ve yerüstü kaynaklarını sömürerek, herkesi kendi kuluna dönüştürmek isteyen, elleri kanlı, aklı şerle şerbetlenmiş bir Batı'yla karşı karşıyayız.

Elbette, dünyanın neresinde, hangi gerekçeyle olursa olsun, masum insanların terörle öldürülmeleri, korkutulmaları mazur ve makul görülemez. Ama Batı'nın post yöntemlerle zikrettiğimiz yerlerde sürdürdüğü ahlaksız savaş da kabul edilemez.

Bu manada yeni ve adil bir dünya düzeni kurulamadığı takdirde bu post savaş uzun süre devam edecekmiş gibi görünüyor.

Daha da vahim olanı, Batı'nın, her an Engizisyonu uykusundan uyandıracak olmasıdır.

Son seyahatimden edindiğim izlenim özetle budur.

Batılı ya da Batıcı yeni Goyalar ise, ellerinde fırçalarıyla, uyandırılmış Engisizyonu tablolaştırmak için zaten hazır bekliyor.

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.

Yazar: Ömer Lekesiz
24-11-15
E mail: yenisafak.com.tr
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
BATI, SÜTTEN ÇIKMIŞ AK KAŞIK DEĞİL
Online Kişi: 24
Bu Gün: 504 || Bu Ay: 9.108 || Toplam Ziyaretçi: 2.200.604 || Toplam Tıklanma: 51.936.767